Web Sayfası Bilgileri
Gök vs. AKSA Kararı
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Üçüncü Sınıf Güz Dönemi
LAW 315: ÇEVRE HUKUKU DERSİ WEB SAYFASI
Doç. Dr. Kemal Gözler
ÖRNEK OLAY SUNUMLARI
NOT: Sunumu yapan öğrencinin adı, sunum başlığından sonra yazılmıştır. Sunum ile ilgili fikir ve sanat eserleri hukuku bakımından sorumluluk ve haklar sunum sahibi öğrenciye ve Kemal Gözler'e aittir.
...
Örnek Olay No 11
GÖK vs. AKSA KARARI
(Ahmet Gök vs. Aksa Akrilik Kimya San. A.Ş. )
(Depremden Sonra Sızıntı Nedeniyle Uğranılan Zarardan Dolayı Tazminat Davası)
Çevre Hukuku Dersi İçin Örnek Olay Sunumu (19 Aralık 2006)
Merve Uysal
T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/14540
K. 2004/7006
T. 1.6.2004
• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ( Davalıya Ait Fabrikada Deprem Sonrası Meydana Gelen Kimyasal Madde Sızıntısı Nedeniyle Vücutta Oluşan Biyolojik Belirtiler Nedeniyle )
• MÜCBİR SEBEP ( Tehlike Arzeden Bir Tesisin Depreme Dayanıksız Zeminde Yapılması-Yapım Malzemesi ile Boruların Depremden Etkilenmeyecek Düzeyde Yapılmamış Olması Nedeniyle Zarardan Davalının Sorumlu Olması )
• DEPREM SONUCU OLUŞAN HASARDAN SORUMLULUK ( Davalı Şirketin Tehlike Arzeden Kimyasal Bir İşletme Olması Nedeniyle Doğal Olayları da Dikkate Alarak Yapısını sağlam Şekilde Yapmamış Olmasından Dolayı Sorumluluğu )
• KİMYASAL MADDE ÜRETEN FİRMANIN DEPREM SONUCU SORUMLULUĞU ( İşletmenin Yeri Konusunda Deprem Riski Göz Önüne Alınmadan Yer Belirlendiğinden Firmanın Deprem Sonucu Oluşan Zararlardan Sorumlu Olması )
• İLLİYET BAĞI ( Davalının Sahip Olduğu Tesisin Deprem ve Benzeri Olayların Meydana Getireceği Zararlar Gözetilmeden Yapılmış Olması Nedeniyle Uğranılan Zararla Olay Arasında İlliyet Bağının Bulunması )
818/m.41,46,42
ÖZET : Meydana gelen deprem sonucu, davalı şirkete ait tesiste akrilonitrilin sızıntı yaptığı bunun sonucunda da insan üzerinde sağlığı bozucu belirtiler yarattığı, kişinin yaşamını olumsuz etkilediği doğada yaşayan canlıların ölümüne neden olduğu açıktır. Olayda, davacının da yaşadığı bölgede meydana gelen gaz sızıntısı sonucu önemli ölçüde bir çevre kirlenmesinin oluştuğu açıktır. Dinlenen tanık anlatımları ve dosya içeriğinden davacının; oturmakta olduğu o bölgeden deprem nedeniyle değil, salt gaz sızması sonucu ortaya çıkan tehlike nedeniyle bölgeden uzaklaşmak ve doğa koşullarında ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldığı belirgindir. Olay zamanındaki koşullar itibariyle bu harcamaların belgeli olması da olanaksızdır. Bu itibarla davacının maddi zararının incelenip belirlenmesi, net olarak belirlenememesi durumunda BK.nun 42. maddesi gereğince takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir.Davacının meydana gelen deprem felaketinden ayrı olarak, gaz sızıntısından dolayı, sıkıntı, tedirginlik, güvensizlik ve sağlık sorunları yaşadığı, çevredeki tüm canlıların gazdan ölmesi sonucu, yapılan uyarıyı gözeterek, bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı, yakınlarının yardımına koşamamanın sıkıntı ve tedirginliğini yaşadığı, bu haliyle, fiziki ve sosyal kişilik değerlerinin zarar gördüğü, bununda manevi tazminatı gerekli kıldığı sonucuna varılmalıdır. Yerel mahkemenin kusurun varlığını davacı kanıtlamalıdır biçimindeki gerekçe hukuksal ve yasal dayanaktan yoksundur.Dosya içeriğinden depolama tanklarında, deprem öncesi yapısal bir bozukluk bulunmadığı anlaşılıyor ise de, zemini ve tankların donanımı açısından, yeterli önlem alınmadığı deprem sonrası depolama tanklarında sızıntı oluşmasından anlaşılmaktadır.Deprem, bir doğa olayı olup beklenmeyen bir sonucu oluşturmaktadır. Ne var ki olayımızda zarar, doğrudan doğruya depremden değil yöntemine uygun yapılmayan bir tesiste depolama tanklarında deprem sonucu kimyasal madde sızıntısı oluşması ile meydana gelmiştir. Bundan dolayı da, tehlike arzeden bir tesisin depreme dayanıksız zeminde yapılması ve tankların yapım malzemesi ile boru ve vanalarının depremden etkilenmeyecek düzeyde sağlam yapılmamış olması sonunda oluşan kimyasal madde sızıntısı, davalının sorumluluğunu gerektirmektedir.Hiç kuşkusuz deprem, zararın doğmasına etken olmuş, ancak davalının sahibi olduğu tesis, tekniğin gerekli kıldığı koşullara ve böyle bir deprem nedeniyle doğabilecek zararların önlenmesi gözetilerek yapılsa idi, davaya konu zarar doğmayacaktı. Bu bağlamda gaz sızıntısı oluşmayacaktı. Kısaca tesisin, deprem ve benzeri olaylar gözetilerek yapılmadığı anlaşılmaktadır. İşte bundan dolayı da, sorumluluk için uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmek gerekir.Şu durum karşısında davalı şirketin maddi ve manevi tazminatlarla sorumluluğuna karar verilmesi gerekir.
DAVA : Davacı Ahmet Gök vekili Avukat Ayşe Aydemir tarafından, davalılar Aksa Akrilik Kimya San. A.Ş. ve Selçuk Ergin Mirasçıları aleyhine 17/11/1999 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın reddine dair verilen 18/7/2003 günlü kararın Yargıtay'da duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 1/6/2004 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat Ayşe Aydemir ile karşı taraftan davalılar vekili Avukat Eylem Kılıç geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:
KARAR : 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalılardan Selçuk Ergin'e yönelen tüm temyiz itirazları ile davalılardan Aksa şirketine yönelen aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2- Davalılardan Aksa şirketine yönelen diğer temyiz itirazına gelince;
Dava, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı dava dilekçesinde; davalı şirketin fabrikasından kaynaklanan kimyasal madde sızıntısı nedeniyle 17 Ağustos 1999 depreminde enkaz altında kalanlara yardım etmeye çalışırken, vücudunda farklı biyolojik belirtiler oluştuğunu, çevrede evcil hayvanların öldüğünü, nedenini araştırdığında, davalı şirket tarafından işletilen tesisten, deprem sonucu akrilonitril gazının tanklarında oluşan tahribat neticesinde çevreye öldürücü boyutta zehirli gaz yayıldığını, tüm canlılar için çok tehlikeli olan bu maddenin etkisinden kurtulmak için bu yerden uzaklaşmak gerektiğini öğrendiğini, bunun üzerine yerden uzaklaşmaya çalıştığını belirtmiştir. Bu zaman süreci içinde ve günlerce hiçbir koruma olanağı olmadan yüksek dozdaki bu zehirli gaza maruz kaldığını, bunun sonucunda vücudunda direnç düşüklüğü oluştuğunu, bunun ne gibi olumsuzluklar getireceğinin endişe ve korkusu içinde bulunduğunu açıklamış ve açıklanan bu sonuçların davalı şirketin hiçbir önlem almadan bu denli tehlikeli ve zararlı bir maddeyi depolamasının yarattığı sonucun maddi ve manevi zararlarının oluşumuna neden olduğunu belirterek; öncelikle bu depoların tedbir yoluyla kapatılmasına ve uğradığı maddi ve manevi zararların giderilmesine kararın yayınlanmasına karar verilmesini istemiştir.Davalı cevap dilekçesinde; ana deprem sonrası oluşan artçı deprem nedeniyle saat 08:50 sıralarında depolama tanklarında oluşan hasar nedeniyle sıvı akrilonitril kaçağı oluştuğunu, derhal jandarmaya haber verilerek çevre sakinlerinin yöreden uzaklaştırılmalarının sağlandığını, davacının saatlerce kimyasal maddeye maruz kalmadığını, sızıntının mücbir sebep ( deprem ) sonucu oluştuğunu, Çevre Yasası gereğince gerekli önlemler alınarak sıvı akrilonitril sızıntısının üzerine buharlaşmayı önlemek amacıyla köpük sıkıldığını ve buharlaşmanın 200 metrelik bir alanda kontrol altına alındığını, yerleşim alanlarına buhar ulaşmasının ve zarar vermesinin söz konusu olmadığını, fabrikanın faaliyetinin yasal izinlerle ve yasalara uygun olduğunu, davacının sağlık koruma bandı içinde yapılaşmaya ve oturuma yasak bölgede ikamet etmesinin kusur oluşturduğunu, depreme maruz kalan herkesin aynı sıkıntıları yaşadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece; davacı ile davalı şirket arasında herhangi bir sözleşme bulunmadığı, konunun MK.nun Komşuluk Hukuku ile Çevre Hukuku kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu durumda da davacının uğradığı zararın, davalının kusurundan kaynaklandığını kanıtlaması gerektiğini, yapılan incelemede akrilonitril tanklarında yapısal bir bozukluğun bulunmadığı, fabrikanın kalite belgesine sahip bulunduğu, alınan raporlarda akrilonitril etkisinin sınırlı olduğu ve çabuk giderildiği, davacının uğradığı zarar, ihtimal dahilinde olsa da zararın kanıtlanamadığı, davacının yerden uzaklaşmak suretiyle harcama yaptığına dair belge sunamadığı, böylece maddi zararını kanıtlamayamadığı, bilirkişilerin davacının manevi zararı bulunduğu biçimindeki değerlendirilmesine katılamadığı, dinlenen tanık beyanlarına da, mevcut belgeler karşısında itibar edilmediği belirtilerek, dava reddedilmiştir.Dosyadaki kanıtlara göre, Taşköprü beldesindeki Başak ve Altınkum sitelerinin Yalova Belediyesinin imar ve ruhsatıyla oluşturulmasından sonra, 1992 yılında davalı fabrikada sağlık koruma bandı oluşturulduğu, sağlık koruma bandı içinde yapılaşma ve bunun sonucu olarak oturmanın meydana gelecek zarar nedeniyle olanaksızlaştığı, ne var ki daha önceden oluşturulan Altınkum sitesinin sonradan oluşturulan sağlık koruma bandı içinde ve depolama tanklarına 650 metre mesafede bulunduğu, Başak sitesinin ise 2 km. uzakta ve sağlık koruma bandı dışında olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.Olay sırasında davalı fabrikanın 8 adet depolama tankından üçünün deprem nedeniyle hasar gördüğü ve bunun sonucunda boru ve vanalarının kırılması nedeniyle 6500 ton sıvı akrilonitril sızıntısı olduğu belirgindir. İş müfettişleri tarafından düzenlenen 7/12/1999 tarihli tutanakta; üç depolama tankının tavan saçından yarılma ve dip tahliye hattından kopma şeklinde hasar gördüğü, denize ( yerdeki dere vasıtasıyla ) ve toprağa sızma olduğu açıklanmıştır.Yine 27/8/1999 tarihli İl Çevre Müdürü ve Kimyager tarafından düzenlenen Çevre Durum Tespit tutanağında; ilgililerin beyanına göre 4000 ton akrilonitrilin havaya ve deniz suyuna karıştığı, 2000 tonun ise diğer depolama tanklarına alındığı, edinilen bilgilere göre fay hattı üzerinde ve bataklık kurutularak elde edilen alanda bu tankların yer almasının tehlike arzettiği belirtilmektedir.Ayrıca 20/8/1999 tarihli İl Çevre Müdürü, Şube Müdürü ve Şefi tarafından düzenlenen Yalova ili Çevre Durum Raporunda; köpük sıkma işinin devam ettiği, havuz içinde bulunan 2000 ton akrilonitrilin başka tanka nakledilmesi sırasında maddenin açığa çıktığı, yapılan ölçümlerde bunun düzeyinin pompa dibinde 360 ppm. diğer bölgelerde ise 10-30 ppm. olduğu, bu olumsuzluğun nakil işlemi bitene kadar süreceği açıklanmıştır.Hava istihkam subayı olan Hasan İncesulu ve Cemil Özkalay tarafından düzenlenen Düşünceler başlıklı tarihsiz ve elle yazılmış belgede; sıvı akrilonitril gazına köpük sıkarak havayla temasını kesmek ve buharlaşmasını önlemek amaçlı çalışma yapıldığı, 17/8/1999 tarihinde gazın tehlike boyutlarının 8,5 km. çapında insan hayatını tehdit edici boyutlara ulaştığının ifade edilmesi üzerine, civarın ve ( askeri ) Meydan Komutanlığının 8,5 km. çapı dışına intikalinin sağlandığı, 18/8/1999 tarihinde jandarmanın çağırması üzerine gidildiğinde orada çalışan bir yangın askerinin komaya girecek düzeyde rahatsızlanarak davalı fabrikanın ambulansıyla gönderildiğini, tehlikenin geçmesi üzerine kalan ekibin çalışmalara geri döndüğü anlatılmaktadır.İstanbul İtfaiyesi, Yalova ekip sorumlusunun düzenlediği rapor başlıklı belgede; fabrikada sızıntı yapan akrilonitrilin zehirli bir sıvı olup hava ile teması sonucunda gaz açığa çıktığı, gazla direkt temasın kaşıntı, morartı, bulantı, kusma ve zehirlenme yaptığı gözlem olarak açıklanmaktadır.Valilik Kriz Merkezi tarafından oluşturulan komisyon tarafından düzenlenen 4/9/1999 tarihli tutanakta; hasar gören tanklar merkez olmak üzere 150-200 m. çapında bitkilerde gözle görünen etkilenme bulunduğu, diğer alanlardaki bitkilerde kalıntı bulunması ihtimali nedeniyle 500 m. çapındaki alanda analiz yapılmasının ve tedbiren bu alan içindeki tarım ürünlerinin tüketime sunulmamasının önerildiği görülmektedir.Davalının sigortacısı olan sigorta şirketinin, tarım ürünü ve bitkisi zarar gören çiftçilerin bu zararlarını karşıladığı dosya içeriğindeki ibranamelerden anlaşılmaktadır.Çevre Bakanının bir soru önergesine verdiği cevapta; sıvı akrilonitrilin toprağa, denize ve buharlaşarak havaya karıştığı, yöre halkının tesis civarını terketmelerinin sağlandığı, tankların çevresinde 200-300 metre çapındaki bir alanda bitkisel ve hayvansal ölümler olduğu, insan kaybı bulunmadığı açıklanmıştır.İstanbul Tabip Odasının ve Çevre İçin Hekimler Derneğinin 17/11/1999 tarihli basın açıklamasında; bir çevre felaketi yaşandığı, sızıntı nedeniyle hayvanların öldüğü, bitkilerin kuruduğu, insanların sızıntıdan etkilendiği, akut zehirlenme tabloları görüldüğü, bölgedeki insanların depremden 21 saat sonra bölgeden uzaklaştırıldığı, o bölgede yaşayan insanlarda görülen belirtiler sıralanarak kanserojen bir madde olan akrilonitril ile temas sonucu uzun dönemde ortaya çıkabilecek kronik etkilerin belirtildiği ve önerilerde bulunulduğu görülmektedir. Aynı kuruluşlar mahkemeye verdikleri 16/3/2001 tarihli cevabı yazıda; bölgede yaşayanların çevreye yayılan akrilonitrilden akut olarak etkilendiğini ve çeşitli seviyelerde sağlık sorunları yaşadığını tespit ettiklerini bildirmişlerdir.Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Merkezinin, Hava Meydan Komutanlığına bilgi olarak gönderdiği ve akrilonitril hakkındaki bilimsel açıklamalarda; akrilonitrilin bir kaza halinde çevreye karışabileceği, bu durumlarda özellikle başlangıçta yüksek seviyede ortaya çıkan akrilonitrilin ciddi problemler yaratabileceği, 30 dakika boyunca 22 ppm. akrilonitrile maruz kalmış kişilerde kan tiyosiyanat düzeyinin 24 saatte normale döndüğü, 1996 yılında akrilonitril buharına maruz kalan bir hastada dört gün sonra hiçbir bulgu kalmadığı diğer bilgilerle birlikte anlatılmaktadır.Greenpeace'nin 5/4/2000 tarihli basın toplantısı ve raporunda; Dr. Paul Johnston'un; bu sızıntıyla ilgili olarak, "Akrilonitril yüksek oranda uçucu bir maddedir. Aynı zamanda suda çözülür ve süratli bir şekilde hidrolize olur. Bu özellikleri, alınan numunelerde akrilonitril tespit edilememiş oluşunu açıklıyor. Kanserojen bir maddedir." şeklinde konuştuğu belirtilmektedir.Mahkemece alınan bilirkişi raporunda; Akrilonitril maruziyetinin ortadan kalkması ile vücuttaki belirtilerin kısa sürede ortadan kalkacağı, bu maddenin solunum yolu ile alınması sonucu sinir sisteminin etkileneceği, havadaki oran 16 ppm.'e ulaştığında baş ağrısı, bulantı ve oryantasyon bozukluğu olabileceği, davacının şikayet ettiği sağlık sorunları ile İstanbul Tabip Odasının açıkladığı belirtiler arasında benzerlik bulunduğu açıklanmıştır.Bu davada taraf bulunmayan, ancak muhtar İsmet Aydın tarafından düzenlenen 4/7/2000 tarihli belgede Altınkum sitesinde oturdukları, bildirilen Sultan Yücepur, Meryem Kamile Özdel, Yaşar ve Huriye Yılmaz isimli şahısların olay nedeniyle alınan 18/8/1999 tarihli doktor raporlarında; üst solunum yolunda tahriş bulunduğu, gaz zehirlenmesi nedeniyle üç gün iş ve güçten kalıp yedi günde iyileşeceklerinin belirtildiği görülmektedir.Yine dinlenen tanıklar, dosyadaki ayrıntılı açıklamalarına göre özet olarak; depremden sonra, kurtarma çalışmalarına başlanınca, bölgede yoğun bir gaz kokusunun oluştuğunu, kişilerde kusma, kaşıntı olduğunu, bu arada güvenlik görevlilerinin kesin uyarısı üzerine bölgeyi terketmelerinin istendiğini, kuşların, büyük ve küçükbaş hayvanların öldüğünü, hemen hemen hiç hayvan kalmadığı bu yüzden hastalanan kişilerin tedavi olduklarını bir kısmının halen Almanya'da bulunduklarını açıklamışlardır. Davalının gösterdiği tanıklarda, ilk depremde, kazanlarda bir hasar olmamış ise de, artçı depremlerle hasar oluştuğunu, gaz sızıntısının meydana geldiğini, üç gün süre ile bu sızıntıyı önlemeye çalıştıklarını, çalışmalar sırasında maske kullandıklarını bölgede bu yüzden çok sayıda hayvanların öldüğünü, personelden ölen olmadığını belirtmişlerdir.
Açıklanan kanıt ve olgulara göre, meydana gelen deprem sonucu, davalı şirkete ait tesiste akrilonitrilin sızıntı yaptığı bunun sonucunda da insan üzerinde sağlığı bozucu belirtiler yarattığı, kişinin yaşamını olumsuz etkilediği doğada yaşayan canlıların ölümüne neden olduğu açıktır. Böylece davacıların iddiasında belirttiği olguların var olduğu görülmektedir.Şu durumda, burada tartışılması gereken husus, davalı şirketin bu sonuçtan sorumlu olup olmamasıdır. Öncelikle bir zararın bulunup bulunmadığı irdelenmelidir.Her ne kadar davacının gaz zehirlenmesine maruz kaldığını gösteren bir belge yoksa da, yukarda sıralanan bulgular, tanık anlatımları, iddia ve savunma ile dosyadaki bilgi ve belgeler incelenip değerlendirildiğinde; davalı şirketin depolama tanıklarından sızan sıvı akrilonitril buharlarını o çevrede yaşayan davacının teneffüs ettiği ve uyarı üzerine o bölgeden uzaklaştığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.Bu haliyle dava, davalının tesisinde oluşan kimyasal madde sızıntısı nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Diğer bir anlatımla davacı, çevrenin kirletilmesi sonucu uğradığı maddi ve manevi zararını istemektedir.Zarar, bir kimsenin malvarlığındaki eksilmedir. Başka bir anlatımla zarar verici eylemden önceki malvarlığı ile eylemden sonraki malvarlığı arasındaki fark zarardır. Bu maddi zarar olabileceği gibi, manevi zararda olabilir. Her somut olayda maddi zararın miktarını tam olarak belirlemek olanaksız olabilir. Maddi zararın miktarının tam olarak belirlenememesi durumunda yargıca BK. 42. maddesi uyarınca zarar miktarını belirleme yetkisi verilmiştir. Yine manevi tazminatında aynı yasanın 49. maddesine göre yargıç tarafından takdir edileceği hükme bağlanmıştır. Bunun içindir ki, her somut olayda, zararın olup olmadığı ve miktarının o olaya özgü yöntemlerle belirlenmesinde zorunluluk ve gereklilik vardır.İncelemekte olduğumuz olay, çevre kirliliği sonucu yaşanan olaylar ve verilen zararla ilgilidir. Somut olayda, davacının da yaşadığı bölgede meydana gelen gaz sızıntısı sonucu önemli ölçüde bir çevre kirlenmesinin oluştuğu açıktır. Davacının da bu ortamda yaşadığı ve bu kirlilikle karşı karşıya geldiği kesin bir olgudur. Halbuki kişi, sağlıklı ve doğanın sağladığı olanaklardan yararlanmak hakkına sahiptir. Ancak bu halde, kişinin mutluluğundan ve sağlıklı yaşamından söz edilebilir. Kişi, ancak bu halde kendini geliştirebilir, sağlıklı düşünebilir ve üretici konumuna gelebilir.Kişi bu değerleri, sağlıklı olmayan bir çevrede elde edemez. Çünkü çevre, insanı etkileyen dış koşulların bütünüdür. Her canlı varlık, hatta cansız varlıklarda, çevredeki fiziksel ve kimyasal ortama göre biçimlenirler, sağlıklı ya da sağlıksız olurlar. Bunun içindir ki, Stockholm Konferansında; "insan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir" ilkesini kabul etmiştir. Bu bildiri bağlayıcı olmasa da, önemli bir belge olarak gözönünde tutulması gereklidir. Çünkü bütün insanlar, özellikle doğanın sağladığı olanaklardan yararlanma hakkına sahiptir. Bu bir çevre hakkıdır. Bu hakkın varlığı için, mutlaka bir yasal düzenlemenin varlığı bir koşul olarak düşünülmemelidir. İnsanın varoluşu ile, doğada var olan çevre hakkı da varlık kazanmaktadır. Çevre hakkının varlığı, insan haklarının temelini oluşturur. İnsanın değerine, onuruna ve gelişmesine engel teşkil etmeyecek bir çevrede yaşaması, yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur. Böyle bir olumsuzluğun, kişinin ruhsal fiziki ve bedensel bütünlüğünü bozacağı doğaldır. Bu hak, salt insanlar için değil, doğadaki tüm canlı ve cansız varlıklar için gereklidir. Bu tanımdan, doğanında bizatihi kendi hakkı olduğu, kendini yaşatma ve koruma hakkı bulunduğu kabul edilmek gerekir. Diğer bir anlatımla çevre, hem tüm varlıkların üzerinde hak sahibi olduğu bir ortam hem de çevrenin bizzat kendini koruma ve geliştirme hakkı vardır. Çevreye karşı yapılan saldırıların, bizzat ve yine çevre tarafından karşılık verildiği ve bunun sonucunda yine çevre ile birlikte insanın zarar gördüğü bilinen, yaşanan bir olgudur. Çevrenin ve çevre hakkının, ne denli önemli ve vazgeçilmez bir hak olduğu giderek daha iyi anlaşılmakta ve korunması için, son derece etkin çabalar harcanmaktadır. Bunun içindir ki çevre hakkı, giderek önem kazanmıştır.Çevre Kanununun 28. maddesi, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve bozulmadan doğan zararlardan dolayı kusur şartı aranmaksızın sorumlu oldukları kuralını getirdikten sonra, kirletenin meydana gelen zararlardan ötürü genel hükümlere göre de tazminat sorumluluğunun saklı olduğunu düzenleme altına almıştır. Şu düzenleme itibariyle, doğayı kirletenin ve bozanın kusursuz sorumlu olduğu kuralı getirilmiş ve ayrıca verilen zararında genel hükümlere göre ödetilmesi gerektiği açıklanmıştır. Bundan şu ilkeler çıkarılabilir. Kirleten öder ilkesi ve önleyicilik ilkesidir.Dinlenen tanık anlatımları ve dosya içeriğinden davacının; oturmakta olduğu o bölgeden deprem nedeniyle değil, salt gaz sızması sonucu ortaya çıkan tehlike nedeniyle bölgeden uzaklaşmak ve doğa koşullarında ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kaldığı belirgindir. Deprem sonrası oluşan çevresel kirlenmeden kaçmak için uzaklaşan ve doğal ortamda barınma-beslenme-koruma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalan birinin deprem nedeniyle zarar gören ( örneğin evi yıkılan ) bir depremzededen ayrı ve farklı bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldığı açıktır. Bu nedenle davacının temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ve depremzedelerden farklı olarak bazı maddi harcamalar yapması yaşamın gereğidir. Olay zamanındaki koşullar itibariyle bu harcamaların belgeli olması da olanaksızdır. Bu itibarla davacının maddi zararının incelenip belirlenmesi, net olarak belirlenememesi durumunda BK.nun 42. maddesi gereğince takdir edilerek hüküm altına alınması gerekir.Yine aynı şekilde, manevi tazminat istemine gelince, manevi tazminat, kişinin sosyal, fiziki ve duygusal kişilik değerlerinin zarar görmesi durumunda istenebilir. Yukarıdan beri açıklandığı üzere davacının meydana gelen deprem felaketinden ayrı olarak, gaz sızıntısından dolayı, sıkıntı, tedirginlik, güvensizlik ve sağlık sorunları yaşadığı, çevredeki tüm canlıların gazdan ölmesi sonucu, yapılan uyarıyı gözeterek, bölgeyi terk etmek zorunda kaldığı, yakınlarının yardımına koşamamanın sıkıntı ve tedirginliğini yaşadığı, bu haliyle, fiziki ve sosyal kişilik değerlerinin zarar gördüğü, bununda manevi tazminatı gerekli kıldığı sonucuna varılmalıdır. Gelecekteki etkileri belli olmayacak şekilde kimyasal bir gaz solumanın insanda yaratacağı sıkıntı, yaşadığı ortam ve evi bir süre terk etme zorunluluğu, çevresel kirlenmenin özel yaşama müdahale niteliği oluşturması gözetildiğinde davacının manevi zarara uğradığı anlaşılmaktadır. Nitekim bilirkişiler de, manevi bir zarar bulunduğunu ve gideriminin istenebileceğini bildirmişlerdir.
Davalının sorumlu olup olmayacağına gelince; davalıya ait fabrikada kimyasal madde depolandığı ve sağlık koruma bandı oluşturulduğu gözetildiğinde, bu tesisin çevresine tehlike arzettiği anlaşılmaktadır. Tehlikeli bir tesisin maliki, onun fena yapılmasından veya muhafazasındaki kusurdan dolayı sorumlu olup, bu objektif bir sorumluluktur. Bu sorumluluk türü, tehlike sorumluluğu olarak da isimlendirilmektedir. Bundan dolayıdır ki doğan zarardan, kusurunun bulunmadığını davalı kanıtlamalıdır. Bu nedenle yerel mahkemenin kusurun varlığını davacı kanıtlamalıdır biçimindeki gerekçe hukuksal ve yasal dayanaktan yoksundur.Dosya içeriğinden depolama tanklarında, deprem öncesi yapısal bir bozukluk bulunmadığı anlaşılıyor ise de, zemini ve tankların donanımı açısından, yeterli önlem alınmadığı deprem sonrası depolama tanklarında sızıntı oluşmasından anlaşılmaktadır.Deprem, bir doğa olayı olup beklenmeyen bir sonucu oluşturmaktadır. Ne var ki olayımızda zarar, doğrudan doğruya depremden değil yöntemine uygun yapılmayan bir tesiste depolama tanklarında deprem sonucu kimyasal madde sızıntısı oluşması ile meydana gelmiştir. Bundan dolayı da, tehlike arzeden bir tesisin depreme dayanıksız zeminde yapılması ve tankların yapım malzemesi ile boru ve vanalarının depremden etkilenmeyecek düzeyde sağlam yapılmamış olması sonunda oluşan kimyasal madde sızıntısı, davalının sorumluluğunu gerektirmektedir. Nitekim, çiftçilerin bitkisel zararlarının sigorta şirketi tarafından karşılanması da bu sorumluluğun varlığını doğrulamaktadır.Davalının toplumsal bir hizmet yapması, sorumlu tutulmaması sonucunu doğurmaz. Kaldı ki, bu fabrika, salt bölge halkının değil, diğer bölgelerde yaşayanların da gereksinmelerini karşılamaktadır ve bundan da büyük karlar elde etmektedir. Çevre halkı üzerinde ekonomik yarar sağladığı kabul edilse dahi, bu yarar davacının sağlığının tehlikeye girmesini hukuka uygun hale getirmez. Diğer bir anlatımla başkasına yarar sağlanacak diye, davacının zarar görmesi hukuka aykırılığı ortadan kaldırmaz. Kaldı ki davalı, alacağı önlemlerle zararları önleme olanağına da sahiptir. Çağın gelişmiş teknik olanakları, bu sonucu sağlayacak güçte ve yeterliktedir. Bu tür çalışma ve önlemlerin alınmadığı ortaya çıkan sonuçla belirgindir.Bu durumda, şu noktanın da tartışılması gerekmektedir. Davacının iddia ettiği zararla, davalı şirketin tesisinde oluşan sızıntı arasında uygun illiyet bağının bulunup-bulunmadığıdır. Bu noktada zararla, davalının eylemi arasındaki illiyet bağının tartışılması gerekiyor. Bu davada istenen zarar, depremden kaynaklanan ve onun doğal sonucu olan zararı içermemektedir. Hiç kuşkusuz deprem, zararın doğmasına etken olmuş, ancak davalının sahibi olduğu tesis, tekniğin gerekli kıldığı koşullara ve böyle bir deprem nedeniyle doğabilecek zararların önlenmesi gözetilerek yapılsa idi, davaya konu zarar doğmayacaktı. Bu bağlamda gaz sızıntısı oluşmayacaktı. Kısaca tesisin, deprem ve benzeri olaylar gözetilerek yapılmadığı anlaşılmaktadır. İşte bundan dolayı da, sorumluluk için uygun illiyet bağının bulunduğu kabul edilmek gerekir.Şu durum karşısında davalı şirketin maddi ve manevi tazminatlarla sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken, yerel mahkemece bu dava bölümlerinin reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda ( 2 ) sayılı bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, diğer temyiz itirazlarının ilk bentte gösterilen nedenlerle reddine ve temyiz eden davacı vekili için takdir olunan 375.000.000 lira duruşma avukatlık ücretinin davalılara yükletilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 1.6.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.
http://www.anayasa.gen.tr/law315-sunumlar.htm (Türk Anayasa Hukuku Sitesi)
2006/12/19 2010/01/05Dosyalar
Web sayfası (382.22KB) |
İlgili Kayıtlar
Endüstriyel Kazalar
No | Tarih | Tesis Adı | İl | İlçe | Tür |
---|---|---|---|---|---|
1. | 1999/08/17 | Akrilik Kimya San. A.Ş. (AKSA) | Yalova | Çiftlikköy |