Web Sayfası Bilgileri

Arif Ekim'den verilen dilekçe

Aşağıdaki yazı, AKSA A.Ş.nin 17 Ağustos 1999 depreminde neden olduğu olaylarla ilgili, çevresinde oturan insanlarca açılmış davaya tanık olarak çağrılmam nedeniyle verilmiş bir dilekçedir. Yazının özellikle “Gelecek İçin İvedi Önlemler” başlıklı bölümü önemlidir.

YALOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ SAYIN HAKİMLİĞİ’NE DOSYA NO: 1999 / 1384 E. TARİHSEL OLARAK:

Bilindiği kadarıyla, gerek Bizans gerek ise Osmanlı dönemlerinde Yalova kırsal yerleşim alanı olmuştur. Ama yakınımızda yer alan İzmit, İstanbul, İznik ve Gemlik gibi şehir ve kasabaların iki bin yıllık tarihi çok net olarak bilinmekte ve bu zaman dilimi içinde yörede yaşanmış ve zikrettiğimiz şehirleri yıkmış depremlerin de bilgilerine sahip bulunmaktayız. Örneğin, İS 356 ve 358 gibi oldukça erken bir tarihte sırasıyla İzmit ve İstanbul’da büyük yıkım yapmış depremlerin hepsi de din adamı olan tanıklarının (oldukça canlı ve detaylı) anlatımlarını; 14.09.1509 tarihli kıyamet-i sugra (küçük kıyamet) diye tanımlanan depremin İstanbul’da büyük ölçekli yıkıma neden olduğunu; 1754 İzmit ve 1766 İstanbul depremlerini çok net bir şekilde biliyoruz. Bu depremlerle ilgili tarihsel kayıtların bazılarında Yalova’da hasar olduğuna dair notlara da (“tamamı yıkıldı”, ya da “yarısı yıkıldı” türünden) rastlanmaktadır. Örneğin 1766 depreminde Hersek Köyü’müzdeki tarihi caminin yıkılmış olduğunu caminin üzerindeki deprem kitabesinden; ve yine bu depremde iki kişinin cenazesinin de caminin enkazından çıkarıldığını mezar taşlarındaki kitabelerden biliyoruz.

Yalova ile ilgili en teferruatlı anlatım da, 10 Temmuz 1894 tarihli depremin sonrasında zamanın Padişahı Abdülhamid tarafından Yunanlı bir jeologa yaptırılan inceleme sonucu düzenlenen raporda mevcut olup, söz konusu raporda Yalova’da yaşanan yıkımın zeminden kaynaklandığı da ifade edilmektedir.

Cumhuriyet döneminde, 1939 yılında Erzincan’da yaşanan büyüklüğünün 7,9 olduğu tahmin edilen ve 40.000 yurttaşımızın ölümüne neden olmuş depremden sonra, ülkemizin ilk jeologlarından Prof. Dr. İhsan Ketin’in yürüttüğü çalışmalar neticesi Kuzey Anadolu Fayı’nın Karlıova’dan Marmara Denizi’ne kadar karadaki haritası tam olarak çıkartılır ve fayın çalışma biçimi de (doğrultu atımlı fay olduğu, batıya doğru yer değiştirmelerin yaşandığı ve kırılmanın doğu’dan batı’ya doğru zaman içinde hareket ettiği) 1946 yılında bir raporla ortaya konulur. Bu raporu ciddiye alan dönemin hükümeti, 1947 yılında KAF üzerinde yer alan bütün yerleşim yerlerini – bu arada Yalova’yı da – “afet bölgesi” ilan eder ve bu yerlerde iki kattan fazla yükseklikte bina yapılmaması yönünde talimatlar yayınlar. Deprem Bölgeleri tanımı 1960’lı yıllarda Türk literatürüne girecek ve o zaman düzenlenen haritada da, 1998 tarihli haritada olduğu gibi, Yalova Birinci Derecede Deprem Bölgesi içinde yer alan bir bölge olarak tanımlanacaktır.

1998 Mayıs ayı içinde toplanan ve sekiz gün süren Yalova Kongresi kapsamında da, bir günü tertip komitesi olarak depreme ayırmış ve o gün İTÜ ve Kandilli’den dört öğretim üyesi getirtip, deprem, depreme hazırlık, depreme dayanıklı yapı yapma ve depreme uygun imar çalışmaları yapma konularında aydınlatıcı konuşmalarını dinlemiştik. Maalesef, Yalova Kongresi’nin oturumlarını ortalama 200-250 kişi izlerken, deprem konusunun tartışıldığı gün salonda (protokol dahil) sadece 21 kişi bu dört hoca’yı izlemişti. 17 Ağustos öncesi, deprem konusunda kamuoyunun duyarlılığı da bu düzeyde idi. Buna rağmen, yöremizin depremsellik açısından taşıdığı risk, hem tarihsel bilgilerle, hem de Cumhuriyet dönemi yapılan jeolojik çalışmalarla bilimsel olarak ortaya konmuş ve riskin yüksek olduğu sürekli ifade edilmiştir.

17 AĞUSTOS 1999 GÜNÜ VE SONRASINDA YAŞANILANLAR:

Saat 03.02’de büyük bir sarsıntı ile yataklarımızdan fırlayıp, dışarı çıktığımızda şehir merkezinde çok sayıda binanın yıkılmış olduğunu ve bu binaların çoğunda akraba, arkadaş, müşteri ve tanıdığımız bir çok kişinin enkaz altında kaldığını dehşetle gördük. Bir enkazdan ötekine koşturduğumuzda, yapılması gereken merkezi organizasyonun yapılamadığını fark edip, sabahın ilk ışıkları ile birlikte şehir stadının yanındaki polis merkezinde Valilik Kriz Merkezinin oluşturulduğunu öğrenip, Yalova’yı çok iyi tanıyan bir insan olarak orada aktif görev yapmamın daha yararlı olacağını düşünüp kriz merkezine gittim ve gönüllü olarak çalışmalara katıldım. İlk saatler büyük ölçüde bir kargaşalık ve sistemsizlik hakim idi ve yavaş bir şekilde kriz merkezinde düzen kurulmaya çalışılıyordu. 57. Cumhuriyet Hükümeti’nce de Yalova ile ilgili koordinasyonla görevlendirilmiş dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sn. Yaşar Okuyan’ın öğlen saatlerinde kriz merkezine intikal etmesi ile, olayların kaostan bir düzene doğru hızlı bir gelişme gösterdiğini görüp, gerek dışardan gelen yardım ekiplerine yol gösterme gerekse çalışmaların organize edilmesinde aktif görev aldım.

Saat 13.30 sularında AKSA fabrikasında çalışan bir arkadaşımız yanıma gelip, fabrikada çok ciddi sıkıntı yaşadıklarını, bazı hammadde tanklarının yırtıldığını ve akrilonitrilinin ortama serbestçe aktığını, istenilen şekilde müdahale edemediklerini, Sn. Selçuk Ergin’in de, yardım istemek için gelmek üzere olduğunu bildirdi. Tam bu konuşmalar olurken Sn. Ergin’in de arabasından inip bana doğru yaklaştığını gördüm. Kendileri, belli ki, son derecede tedirgin, yorgun ve huzursuz idiler. Sn. Ergin’in halini gördüğümde, gerçekten fabrikada hiç istenmeyen bir şeyler yaşandığını anladım ve kendisiyle konuşmaya başladım. İlk ifadeleri, bu depremin nasıl bir deprem olduğunu anlayamadığını, mükemmel addettikleri mühendislik hesaplarının alt üst olduğunu, iki-üç tankın deforme olup ACN’nin serbest ortamda aktığını ve buna müdahale için gerekli malzemeye sahip olmadıklarını, bu malzemeleri acele tedarik etmelerinin gerektiğini ve hatta hammadde taşıyan gemilerin yanaştığı dorfe’nin yok olduğunu, hayret ve korku içinde, ifade ettiler. Ben, KAF üzerinde beklenen depremin böylesi bir deprem olduğunu, bu tür depremleri bir kişinin hayatında belki bir kez yaşayabileceğini, bizden önceki kuşakların böylesi bir depremi bu bölgede görmediğini, mühendislik hesaplarında bunlara dikkat edilmesi gerektiğini sürekli ifade ettiğimiz halde maalesef ciddiye alınmadığımızı söyleyip, ne tür malzemelere ihtiyaç duyulduğunu sordum.

Kendileri, ACN’nin buharlaşmasını önleyecek özel bir köpük, bu köpüğü sıkacak itfaiye araçları ve pompalar, gaz maskesi filtrelerine acil ihtiyaç duyulduğunu, kendilerinde yeterince bulunmadığını veya olanı da bitirdiklerini, bunları kriz merkezi vasıtasıyla talep ettiklerini ve Yaşar Okuyan ile görüşmek istediğini bildirdi. Kendisini Sn. Bakan’ın yanına götürdüm. Problemi ve ihtiyaçlarını anlatıp destek istediler. Sn. Okuyan, istenilenlerin getirtilmesi için gerekeni yapacağını söyledi ve İl Çevre Müdürü Bora Yalçın’ı çağırıp, AKSA’ya gitmesini, olayı takip altına almasını ve kendisinin de düzenli bilgilendirilmesi talimatını verdi. Çevre Derneğinin (ÇEKO) uzun yıllar yöneticiliğini yapmış olmam hesabiyle, benim de olay yerine gidip çalışmaları izlememi, eksik ve yanlış bir şeyler görürsem kendisini bilgilendirmemi rica ettiler.

Bu arada, riskin çok yüksek olması nedeniyle, AKSA’nın çevresinde 6 km. yarıçapında bir alanın derhal boşaltılması gerektiğini bildiren Sn. Selçuk Ergin’in izahatını üzüntüyle dinleyen Yaşar Okuyan, anlattıkları şekilde gerçekten son derece riskli bir durum ortaya çıktığını, bu tedbirin hele fabrika yöneticileri tarafından talep ediliyorsa, yerine getirilmesi için gerekenin yapılmasını, sorumluluk almanın mümkün olmadığını söyleyerek, bu durumun hiç de hoş olmadığını, bu bölgedeki kurtarma çalışmalarının aksayacağını ifade ile, çaresiz kalarak Jandarma İl Komutanı’na ve Vali’ye hemen gereği için talimat verdi. Bu talimatlar, haberleşme olmadığından bizzat personel marifeti ile doğrudan fabrikanın çevresindeki güvenlik birimlerine iletilmiş ve saat 15.00’den sonra yöre halkı boşaltılmaya başlanmıştır. Bu görüşmeden sonra, Sn. Selçuk Ergin’le beraber fabrikaya gittik ve ardımızdan da Bora Yalçın fabrikaya geldi. Fabrikanın ana yol tarafında bahçede görevlilerin adeta kamp kurmuş olduklarını ve müdahaleyi buradan yönettiklerini gördüm. Hammadde tanklarının bulunduğu mahalde, oluşabilecek bir kazada zehirlenmeleri anlamak için fabrika yöneticilerince yetiştirilen kümes hayvanlarının tamamının öldüğünü de öğrendim.

Sn. Ergin’e, böylesi bir kazada müdahale edecek ekiplerin giyeceği oksijen tüpü donatılı özel elbiselerden olup olmadığını, varsa tankların yakınına gidip oluşan hasarı ve boyutlarını görmek istediğimi söyledim. Ellerinde üç adet özel yapılmış hava geçirmez elbise bulunduğunu, bu elbiselerin gaz maskeleri ile kullanıldığını, maskelerin filtrelerinin 15 dakikada bir değiştirilmesi gerektiğini ifade ettiler. Bu ifade üzerine, akrilonitril hakkında evvelce de sahip olduğum bilgileri hatırlayıp (50 derecede buharlaştığı, belli bir yoğunluğun üzerinde solunduğu vakit ölüme varan zararlar vereceği, belli bir yoğunluğun altında bile kanserojen etkileri olduğu, yanması halinde hidrojen-siyanür oluşacağı vs.), olay mahalline yani hammadde tanklarının bulunduğu alana gitmekten vazgeçtim. Çalışmaları diğer yetkili fabrika personeliyle birlikte uzaktan, belli bir güvenlik mesafesinden izlemeye başladım. İkinci günden itibaren, özel pompalar hariç (çünkü bu pompalardan Türkiye’de bulunmuyordu), bütün diğer istedikleri karşılandı: Gaz maskeleri filtreleri Ankara’dan uçakla, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan da özel donanımlı, kimyasal köpük sıkan bir itfaiye aracı ve köpük geldi. Haklı olarak, itfaiye personeli de mevcut koşullarda olay mahalline yaklaşamayacaklarını bildirerek fabrika yöneticileri ile gerginlik yaşadılar.

Bu sıkıntı sonraki günlerde de devam etti. Fabrika yöneticilerinin ifadesi ile, olabildiği kadar özel kimyasal köpükle buharlaşma engellenmeye çalışılıp, 6400 metreküp ACN’nin toprağa ve denize akması, o günkü koşullarda daha fazlası mümkün olamadığından, engellenemedi. Suya karışan ACN’nin canlılar üzerinde öldürücü etkisi olduğunu ama 7 ila 15 gün arasında etkisinin sıfıra ineceğini; toprağa karışanın ise uzun süreli bozulmadan kalabileceğini, yer altı sularına karıştığında etkisinin ne olacağının bilinmediği ve bu konuda dünyada yaşanmış bir deney olmadığı için uluslararası literatürde de bilgi olmadığını biliyordum ve fabrika yöneticileriyle yaptığım görüşmelerde de bu bilgilerimin teyidini kendilerinden aldım. Bu bilgiler, olaya hakim olunsa dahi o yörede yaşananların ileride takip ve tanımlanması çok zor çevre ve insan sağlığını tehdit eden bir durum ortaya çıktığını gösteriyordu.

Devam eden günlerde de AKSA’ya gidip çalışmaların seyrini ve fabrika yöneticisi ve hatta sahiplerinin (Sn. Dinçkök’ler) moralitesini izleme fırsatı buldum. Depremin sekizinci günü, artık akma durduğu ve risk aza inip fabrika normalleşme seyrine girdiği için, başka bir ifade ile alarm seviyesi kırmızıdan sarıya düştüğü için, takip eden günlerde fabrikaya gitmedim ve gelişmeleri uzaktan izlemeye devam ettim. AKSA dahil, ilimizdeki fabrikaların tamamında biyolojik arıtma sistemleri çökmüş ve tekrar arıtma sistemlerinin devreye girmesi, özel bakteri kültürünü üretip verimli iş göreceği noktaya gelmesi haftalar hatta bazı durumlarda aylar aldığından, geçen süre zarfında da üretime başlayan fabrikalar alıcı ortama tüm atıklarını deşarj etmişlerdir.

Bu arada, İl Çevre Müdürlüğü tarafından, Kriz merkezi adına, artçı depremler devam ettiği ve tankların durumu netleşmediği için belli bir süre tanklarda hammadde tutulmaması, üretim için gerekli hammaddenin gemilerde tutulması gerektiği fabrika yöneticilerine tebliğ edip, olayı aylarca gözetim altında tuttuğunun ve Valilik Kriz Merkezi ile Çevre Bakanlığı’nı sürekli bilgilendirdiğinin de tanığıyım. 17 Ağustos 1999 depremi, tüm İzmit Körfezi’nde ciddi bir çevre kirliliğine neden olmuş, ama en acı deney, Yarımca’daki TÜPRAŞ tesisi ile AKSA’da yaşanmıştır. Bu iki tesisin de, KAF gibi son derece yıkıcı depremleri 250 yıl arayla yaratan bir fay zonu üzerinde kurulmuş olması, bir çok bilim adamı gibi, benim için de yanlış bir yer seçimi demektir ve yaşadığımız depremde de böyle olduğunu çok açık olarak görmüş bulunuyoruz. Türkiye’nin kalkınması ve dünya ülkeleri arasında saygın bir yer edinmesi için sanayileşmesi gerektiği, AKSA’nın bu anlamda ülkemiz için sağladığı gelirin hiçbir şekilde tartışılamayacağı, ama fabrikanın yanlış bir yerde kurulduğunun da bu depremde bir kez daha ortaya konulduğu düşüncesindeyim. Bu çerçevede, AKSA (ve yanı sıra İstanbul Elyaf) fabrikasının, her geçen gün biraz daha yaklaşan ve 17 Ağustos 1999 depreminde yanal atımın (başka bir ifadeyle yer değiştirmenin) sönümlendiği bölge olan Yalova’nın birinci derecede etkileneceği düşünüldüğünde, bölgede yaşayan ve risk altında olan bir yurttaş olarak Anayasa’dan ve yasalardan aldığım cesaretle, bu fabrikalarda bugüne kadar yapılanlardan başka, ek tedbirlerin alınması gerektiği inancındayım. Şöyle ki;

GELECEK İÇİN İVEDİ ÖNLEMLER:

1999 depremlerinden sonra, daha önce tektonik yapısı ile ilgili farklı faraziyelerin ileri sürüldüğü ve anlamsız tartışmaların yapıldığı Marmara Denizi ve İzmit Körfezi’nde çok sayıda akademik araştırma yapılmış, KAF’ın denizdeki haritası çıkartılmış, tarihsel depremlerde deniz şevinde hangi bölgelerde büyük heyelanların yaşandığı, tusunami ve benzeri olayların izleri ortaya konmuş ve bu raporların çoğunun özetleri de kamuoyuna duyurulmuştur. Bu çalışmaları, bazen kendi başına, zaman zaman da birlikte yapan kuruluşlardan bazıları MTA, TÜBİTAK-MAM, İTÜ, ODTÜ gibi uluslararası üne sahip kuruluşlardır ve çalışmalara dünyadan çok sayıda bilim adamı ve akademik kuruluş da katılmıştır. Bu çalışmalardan başka, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Gölcük’te fabrika kuran Ford fabrikası gibi kuruluşlar da bölgede araştırmalar yapmıştır.

Örneğin, ODTÜ tarafından yürütülen ve tusunami tehdidini inceleyen bir araştırmada, iki bin yıl önce oluşmuş şiddetli bir depremde, Körfez girişinin kuzey tarafında (Çiftlikköy kıyılarının karşısına denk gelen alan) deniz dibinde şiddetli heyelanlar oluştuğu ve bu heyelanların sonucu 4 metreyi bulan tusunami dalgalarının meydana geldiği; AKSA fabrikasının bulunduğu yerde bugünkü deniz kıyısından 1,5 km. içeride kanıtlara rastlandığı ifade edilmiştir. Bütün bu çalışmalardan çıkan sonuç, Yalova’nın gelecekte yaşanacak ve İstanbul’u da tehdit eden depremden birinci derecede etkileneceği gerçeğidir. KAF, ilimiz sınırları içinde sadece Hersek Ovası’nın uç kesiminde karayı kesmekte ve giderek açılarak şehir merkezinde 3 mil, Çınarcık’ta yaklaşık 4 mil açıktan geçmektedir.

Bu fay üzerinde meydana gelecek ve bilim adamlarının ifade ettiği gibi büyüklüğü 7,7’yi bulacak bir depremin, Yalova’da yeniden ciddi problemler yaratacağı aşikardır. 1999 depreminden sonra, AKSA tarafından Aykut Barka ve ekibine yaptırılan çalışmalar sonucunda, hammadde tankları yeniden dizayn edilmiş, tankların sayısı arttırılmış ve her bir tankta bulundurulan hammadde miktarı da azaltılmıştır. AKSA, bana göre yetersiz de olsa, bu tedbirleri alırken, olay tarihinde adı Yalova Elyaf olan şimdiki İstanbul Elyaf fabrikası, içinde bulunduğu mali kriz nedeniyle üretimini durdurmuş olması ve hammadde stokunun bulunmaması nedeniyle bu fabrikamızda deprem sırasında sıkıntı yaşanmamış olmasına rağmen, risk yönünden AKSA’dan farklı bulunmamaktadır. Tekrar üretime geçmesi hepimizi sevindiren bu fabrikamızda, depreme yönelik hiçbir hazırlık çalışması yapılmadığını da belirtmekte fayda vardır. Bu çerçevede, AKSA (ve yanı sıra İstanbul Elyaf) fabrikasında, yaşadıklarımızı da düşünerek deprem vukuunda yine önceden kestirilmesi güç sürprizlerle karşılaşabileceğimizi de unutmadan, aşağıdaki önlemlerin alınması, hayati öneme haizdir:

  1. ACN ve diğer hammadde tankları, 17 Ağustos 1999 depreminde zemin kırılması oluşan mahalden kaldırılıp, jeolojik yönden güvenli olan daha iç kesime alınmalıdır. Zemin kırılmasının oluştuğu alan ile deniz arasında kalan bölgede tehlike yaratabilecek hiçbir tesis bulunmamalıdır.
  2. Hammadde tanklarının kurulacağı alan ile deniz arasında, 2000 yıl önce yaşanmış depremde oluşan tusunaminin bir benzerinin yine oluşabileceği düşünülerek, en az 4 metre yüksekliğinde, tusunami dalgalarını tutacak bir set oluşturulmalıdır.
  3. Fabrikalara deprem erken uyarı ve müdahale sistemi kurulmalı, bu sistem Ulusal sisteme ve yanı sıra Yalova Kriz Merkezine, kesintiye mahal vermeyecek şekilde, bağlanmalıdır.
  4. Bu fabrikalar, oluşabilecek risklere müdahale edebilecek donanım ve ekipmanı kurmak ve hazır bulundurmak zorundadır. Çünkü önümüzde yaşanacak depremde İstanbul’dan herhangi bir yardım gelemeyeceği açıktır.
    1. Tehlikeli kimyasalların sızması ve yanması ile mücadele edebilecek bir itfaiyesi olmalıdır.
    2. Tehlikeli kimyasalların soğutulması için gerekli kimyasal köpükleri uygun miktarda ve şekilde stok etmelidir.
    3. Müdahale edecek personelin kullanacağı, yanmayan ve hava geçirmeyen, oksijen tüplü özel elbiselerden bulundurmalıdır.
    4. Doğrudan müdahale ortamında değil, daha uzak planda çalışacak personel için gerekli olan gaz maskesi ve filtrelerinden yeterince bulundurmalıdır.
    5. Patlama ve yangına neden olmayacak özel pompalardan da bulundurması gerekmektedir.

Düşünülen tedbirler, KAF gibi acımasız ve teknik öngörüleri alt üst eden bir fay zonu üzerinde olduğumuz unutulmadan, söz konusu birinci derecede tehlikeli madde depolayan ve işleyen kimya fabrikaları için, milyonda bir oranındaki ihtimaller bile göz önüne alınarak hayata geçirilmek zorundadır.

Yüce Mahkemenize saygı ile arz olunur.

27.05.2003

ARİF EKİM

http://www.yalovatermiksantrali.com/?dizayn=04&id=36 (Yalova Termik Santrali)

2003/05/27  2010/05/05

Dosyalar

Web sayfası (335.15KB)

İlgili Kayıtlar

Endüstriyel Kazalar

NoTarihTesis AdıİlİlçeTür
1.1999/08/17Akrilik Kimya San. A.Ş. (AKSA)YalovaÇiftlikköy

Yorumlar

Kayıtlı yorum bulunmuyor.